Yazılı olarak yapılan Haziran ayı bildirisinde şu ifadelere yer verildi; “Gazze’ deki çocuklar için adalet istemek çok onurlu bir taleptir. Dünyanın tüm çocuklarının adalete ihtiyacı vardır. Gazze’de ki çocuklar için adalet isteyen kişi büyük bir ülkenin başbakanı ise ve kendi ülkesinde ki çocuklara adalet sağlayamamışsa, el kadar çocuklar sokaklarda ve caddelerde araba silerek, yara bandı ve mendil satarak evsiz barksız yaşamaya çalışıyorlarsa o başbakanın istediği adalet inandırıcı olmaktan uzak demagojik propagandadan başka bir şey değildir. İran’ın Nükleer silaha sahip olmasından en fazla tedirgin olması ve endişelenmesi gereken biz olmamız gerekirken, nükleer silahın yaşamı yok edici gücünden habersizmişcesine sırf bir yerlere şirin görünmek adına, İran’ın sırlarına vakıf edası ile nükleer silahı yok farz ederek BM’de el gördülük dayılanmakla Türkiye’nin çıkarları korunamaz. 27 Haziranda yapılan Obama-Erdoğan görüşmesinde Obama’ nın bu konuya ilişkin tek kelime sitemde dahi bulunmayışı hepimizi düşündürmelidir.
2010 yılının ilk basın bildirisinde, içi doldurulmamış demokrasi açılımı söyleminin farklı beklentiler yaratacağını ve toplumu gereceğini, bu konuyu oy kazanma vesilesi görmenin toplumsal dokumuza tedavisi zor tahribatlar yapacağını, seçilmişleri tutuklatarak açılım yapılamayacağını vurgulamış ve çözümde ilk şartın samimiyet olduğunu, AKP’ nin bu samimiyetten uzak olduğunu çünkü Demokrasiyi genişletme misyonuna da, vizyonuna da sahip olmadığını tespit etmiştik. Aradan geçen 5 ay tespitimizi doğruladı. Arkası kesilmeyen çatışma haberleri ve şehit cenazeleri, güvenliğin tüm alanlarda kaybolmuş olması dahi siyasetin ciddi bir iş olduğunu idrak edemeyen iktidara, içeriği belirlenmemiş sözde açılımların söylemleştirilmesinden kimseye medet gelmeyeceğini ve siyasetin ciddi bir iş olduğunu kavratamamıştır. Süreçten ders çıkartabilmiş olsalardı halen muhalefet partisi gibi konuşmazlar, devlet yönetiminde hiç yetkisi olmayan muhalefeti suçlamaktan vazgeçerler, 8 yıldır iktidarda olduklarını unutan söylemlerden uzaklaşırlar, Taşaron-mütaahit lakırdısı yerine sorumluluklarını hatırlar, Genel Kurmayın Başbakanlığa bağlı bir kurum olduğunu halktan gizlemeye çalışma gafletine düşmez, “Genelkurmay tatmin edici açıklama yapmalı” türünden açıklamalarla sorumluluğunu gizlemeye çalışmak yerine, samimiyetten uzak, içeriğini hiç açıklamadıkları, birkaç sabah kahvaltısı eşliğinde boş nutuklarından ibaret olan “açılım”larının hesabını verirlerdi. Oysa yaptıkları, tümüyle Muhalefet Olağanüstü Hal (OHAL) öneriyormuş gibi davranmaktır. OHAL’ i uzun süre yaşamış ve sorunu derinleştirici, besleyici uygulamalarından büyük zararlar görmüş bir toplum olarak, çözümü OHAL, sıkıyönetim uygulamalarında aramamalıyız;ama yanlış bulduğumuz bu önermelerin eleştirisini yaparken ne önerdiğimizide ortaya koymak zorundayız. İşte bu noktada, yani önerme ortaya koymada birinci derecede sorumlu olanda iktidardır.
Bu süreçte Diyarbakır Sivil Toplum Kuruluşlarından yükselen ortak ses çok büyük öneme sahiptir.Bir kez daha görülmüştür ki Türk-Kürt kardeşliği çok derin tarihi köklere sahiptir ve ne kadar kutuplaşma, germe politikası izlenirse izlensin Türk ve Kürt halkları kardeşliklerini korumaya kararlıdır.Zira Batıda ki Sivil Toplum Kuruluşlarından da aynı sesin aynı kararlılıkla yükselmesi tesadüf değildir. Görev siyasetindir. Kardeşce yaşamayı arzulayan halkların demokrasi çerçevesinde nizamını sağlamak siyasetin görevidir.
Türkiye halkı Gediktepe, Halkalı, Diyarbakır, Elazığ.. silahlı saldırılarında kaybettiği evlatlarına yanarken, AKP İktidarının gidici olduğunu anlamış olmanın telaşı ile “Kentsel dönüşüm” adını verdikleri Kentleri talan yasasını TBMM’den geçirmeleri AKP zihniyetini iyi tanıyanlar açısından hiç şaşırtıcı olmamıştır. Bu yasa, AKP’nin seçimde kazanamadığı yerleri yasa ile yetkilerini yok etme yasasıdır. Ankara, İstanbul gibi birçok ilde ilçe belediyelerinin yetkilerini Büyük Şehir Belediyeleri’nde toplama, ilçelerdeki seçmenlerin iradesini yok sayma yasasıdır. Bu yasa, AKP’li belediyeler tarafından hükümetten talep edilmiş, park alanlarını, yeşil alanları, kamu kurumu ve devlet arazilerini talan etmenin yasal zeminini oluşturmak içindir. Bu yasa ile birlikte şehirlerin imar planlarını keşmekeş içine sokan AKP belediyeleri park alanı da yeşil alanda devlet arazisi de koymayacak, şehir planlarını iktidarlarından sonrada düzeltilemez hale getirecek, her yeri imara açacak, yandaşlarına rant sağlamak yolu ile iktidarını korumak için her türlü yöntemi mübah sayacaktır. Çok ciddi bir süreçten geçtiğimiz şu günlerde AKP’ nin eşitlik ilkesine aykırılığı gün gibi açık olmasına rağmen, TBMM’ nin “Başbakan Cumhurbaşkanı adayı olursa istifa etmesi gerekmez…” gibi gereksizliklerle uğraştırması ise sadece ve sadece halk üzerinde psikolojik baskı kurmak, seçmeni “bu ayrıntılarla uğraştıklarına göre…” diye düşündürmek, etkilemek, yönlendirmek içindir. AKP’ nin suni gündemleri tükenmektedir. Balyoz operasyonundan içeride nerdeyse tutuklu kalmamıştır. Sayın Cihaner Cumhuriyet savcısı olarak görevinin başındadır. Emekçi güçler 40. yılında 15-16 Haziran direnişine tam bir sahiplenme ve bilinçe çıkartma gayreti ile iktidarın sendikasızlaştırma girişimlerine karşı direnmektedir.
İlhan Selçuk gibi onurlu bir aydını, yürekli bir yurtseveri kaybetmenin acısını yaşadığımız Haziran ayında sosyal demokratların iktidar olma yolunda tam bir kenetlenme yoluna girmelerinin, kişisel hırsları aşılamaz sanılanların tam bir sorumluluk duygusu ile her şeyin merkezine Türkiye’yi koyarak hareket ettiklerini görmenin sevincini de yaşadık. Sayın Rahşan Ecevit’in partisini kapatması da, Sayın Sarıgül’ ün yıllardır verdiği emeği bir kenara koyması da ayakta alkışladığımız davranışlar olmuştur. Çünkü bütün bunlar iktidar koşusunda olan CHP’nin önünü kesmemek, bu koşuya katkı koymak için yapılmıştır. O halde; benzer tavırları diğer sosyal demokrat partilerden beklemekte hakkımızdır. Çünkü gün ayrıntılardaki farklılıklarda boğulmak zamanı değil iktidara koşma zamanıdır.
AKP İktidarı’nın, ülkeyi yönetemez duruma düştüğü bu günlerde Cumhurbaşkanı’nın Muhalefet liderleri ile görüşmesi zorunluluktan olsa da olumludur. En yalın ifadelerle, terörün insanlık suçu olduğunu ve tüm toplum olarak karşısında durulması gerektiğini her fırsatta anlatan, terör olgusuna sömürü amaçlı polemiklerle yaklaşmak yerine ortak tavrı geliştirmenin çabasına girmeyi öneren, “kan kan ile yıkanmaz”, “Terörle mücadelenin silah tek boyutudur, olayın sosyal-ekonomik boyutları da vardır” diyen CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu’ nun yaklaşımı iyi değerlendirilmeli, terörle mücadelede önerdiği toplumsal mutabakata dayalı teröre karşı top yekun karşı duruşu sağlayacak yeni bir anlayış,yeni bir politika geliştirilmelidir. Son bir haftadır konuşulan Sayın Kılıçdaroğlu’nun olaya yaklaşımıdır. CHP Genel Başkanı muhalefette olmasına rağmen adeta olaya el koymuştur. İşte bu gelişme Başbakanı rahatsız etmiş koşulları oluşan siyasi liderler zirvesi ihtimalinin, bu tür görüşmelerin nasıl yapılabileceğini gayet iyi bilmesine rağmen, “Ben Başbakan olarak davet ederim” diyerek önünü kesmiştir. Bu noktada CHP’nin yerel yöneticilerinin tavrı beyanatlar vermek değil Genel Başkanı ve Genel Merkezi iyi izlemek,mesajlarda ki ayrıntıları iyi değerlendirmek olmalıdır. AKP her alanda ve tüm önemli olaylarda, sorunlarda inisiyatifi kaybetmiş tükeniş sürecini yaşamaktadır. “CHP 1950 de kapatılmalıydı…” diyebilecek kadar ülke tarihine düşman kişileri Vali yapacak kadar kadrolaşmış olsa da hızla ve önüne geçilemez şekilde tükenmektedir..Zaten bu tür hezayanlarda bu tükenişin yarattığı sonuçlardır. Görülen odur ki sandık 2010 yılı sonunda kurulacaktır. Türkiye sosyal demokrat bir iktidara şiddetle ihtiyaç duymakta ve bu ihtiyacı karşılamak için CHP, Genel başkanı öncülüğünde koşmaktadır. Bu durumda en önemli görev CHP Kadrolarına düşmektedir. Parti içi mücadelelerin yarattığı kırgınlıklardan, küskünlüklerden, anlamsız kaprislerden bir an önce sıyrılarak il, ilçe, belde örgütlerinin etrafında Kenetlenmeleri gerekir. Kendilerini CHP kadrosu sayan her fert, şu anda yerel yönetici durumunda bulunan arkadaşları sevmesede, eksik ve yetersiz bulsa da, seçiliş şekillerini demokratik hatta etik bulmasa da, toplumsal sorumluluğun gereği olan eleştirileri erteleyebilme erdemliliğini gösterebilmeli, bu günün mücadelesinin parti içi mücadele değil Türkiye’ yi yönetmek için iktidar mücadelesi olduğunu bilince çıkartmalı, bu bilinçle iktidar koşusuna zarar verecek davranışlardan özenle kaçınarak, teferruatlarla değil esaslarla ilgilenmeyi önemseyerek mücadeleye katkı sunmalıdır.”